Nereye kaçarsan kaç, “O” hep orada… Adı “AŞK!”
AŞK
Yine yeniden Merhaba!
Geçtiğimiz üç hafta süresince havaların az da olsa ısınmasıyla birlikte özlediğim sokak hayatına yumuşak geçiş yapmış bulunuyorum. Bu arada güzel şeyler oluyor hayatımda, uzun süren ağustos böcekliği kariyerimi, geçtiğimiz hafta itibariyle, severek yapacağım bir iş uğruna terk etmiş bulunuyorum. Şöyle bir dönüp bakıyorum da bu sene benim yılım olmuş galiba… Hayatımdaki gereksiz insan kalabalığına veda etmiş, hayatın bir kez elini verdiğinde kendini bütünüyle kaptırdığın o acımasız temposunu yavaşlatabilmişim… Sıkıntılı ve stresli iş hayatına beş parasız kalmayı göze alarak ara verdiğim, daha önce gitmediğim ülkelerde bilmediğim şehirlerde amaçsız geziler yaptığım, bol bol kitap okuduğum, müzik dinlediğim, spor yaptığım, kendimi dinlediğim harika bir zaman diliminden bahsediyorum. Her şey pek yolunda maşallah…
Peki AŞK var mı AŞK?
Tam bir senedir özel hayatımla ilgili yöneltilen tüm sorulara “Hayatımda biri yok. Ben böyle gayet mutluyum. Kafam rahat” şeklinde ezberlediğim o klasik cevabımı veriyorum. İtiraf etmeliyim ki, kendimi bol bol dinlediğim, dinlendirdiğim bu sürede kalbime pek söz hakkı vermedim. Yalnızlık öyle tuhaf bir şey ki… Tüm kararları kimseye sormadan, kimseyi dâhil etmeden, kimseye bağlı olmadan tek başına aldığın, ikili ilişkilerde yaşanan onca sorundan uzak, sessiz, sakin, huzurlu bir özgürlük ülkesi yalnızlık… Tek bir kötü yanı var, bir an geliyor, yaşadığın herhangi bir duyguyu, gördüğün herhangi bir şeyi, o anın heyecanıyla senin için özel biriyle paylaşma ihtiyacı hissediyorsun – yanında düşündüğün anlamda kimse olmuyor. Geçen hafta Pazartesi günü yaşadığım tam anlamıyla buydu… Sonrasında kalp aldı sazı eline, başladı anlatmaya…
Hangimiz hayatın herhangi bir döneminde ikili ilişkilerde çuvallamadık ki? Kimimiz ucuz atlattık, kimimiz boğazımıza kadar battık… Ben ikinci gruptayım… 😉
Benim için üzerinden beş seneden fazla geçmiş bir hatıradır aşk… Sonu hiç planlamadığım bir şekilde ihanetle bittiğinde gecelerce ağladığım, isyan ettiğim… Acısı henüz tazeyken “Bir daha aşık olmak mı!? ASLA” diyerek şahsıma yapılan tüm teselli ve umut konuşmalarını sabote ettiğimi hatırlıyorum. İnsan kalbi kırıkken çok büyük laflar ediyor… Bugün geldiğim noktada o zamanlar hissettiğim duyguları tekrar hissedebilmek, yeniden aşık olmak için neler vermezdim diyorum… Son bir senedir verdiğim tüm kararları mantık süzgecinden geçiren ben, sanırım AŞKın en çok o insanı aptal eden halini özlüyorum… Sabah kalktığında sebepsizce mutlu uyanmayı, buluşma günü ve saati gelene kadar içinin kıpır kıpır etmesini, birlikteyken zamanı durdurma arzusunu, ayrılığın düşüncesinin dünyanın sonu ile eşdeğer olduğu o dünya ötesi halden bahsediyorum… Yapılan planların çıkış noktasının O’nun mutluluğu olduğu, O’nun için Ondan habersiz yapılan fedakârlıktan haz etme halinden bahsediyorum… Kulağa fısıldanan “seni seviyorum” cümlesinin kalp durduran etkisini, sadece güldüğü zaman dudağının kenarında beliren o çizgiyi günlerdir asık yüzünde bir anlık görmenin “şükürler olsun” dedirten gücünden bahsediyorum… Bir zamanlar dinlerken dalga geçtiğin şarkılarda kendi yaşanmışlıklarından parçalar bularak avaz avaz eşlik etmekten, sonunu düşünmeden, sadece anı düşünerek kendini aşka teslim etme halinden bahsediyorum… Ne yalan söyleyeyim ben âşık olmak istiyorum! Ve ne yalan söyleyeyim aslında korkuyorum… 😉
İlişkileri aklıyla yürütmeye çalışanların kaderidir “yalnızlık”. Kendimden biliyorum…
Çünkü çok şey yaşadık, gördük, duyduk tecrübe ettik… Kendi hayal kırıklıklarımız yetmiyormuş gibi başkalarınınkileri de dinleyerek onların nerede neyi neden yanlış yaptığına karar verip, bizim başımıza geldiğinde aynısını yapmamaya karar verdik… Saçma sapan genellemeler yaparak, birinin günahını tüm insanlığa mal etmekti bizimkisi… Karşımıza çıkan yeni insanları içimizde sonuçlandıramadığımız eski davalarla defalarca yargıladık… Aldatıldığımızda güvenmemeyi öğrendik, yalan söylendiğinde inanmamayı, nankörlük gördüğümüzde sevmemeyi, terk edildiğimizde bağlanmamayı… İkili ilişkilerde duygusal düzlemde yaşadığımız tüm problemleri aklımızla çözmeye çalıştık… Yaşadığımız her şeyi “iyi-kötü”, “doğru-yanlış” düzleminde analiz eder olduk… Bir zaman sonra kalp terk etti bizi ve hayatımızı “doğru bildiğimiz yanlışlar” esir aldı… Yaşayabileceğimiz muhteşem ilişkileri adeta bir satranç oyununa çevirdik. Bir hamle yaparken, karşımızdaki kişinin hamlesini ve hatta onun bu hamlesine vereceğimiz karşılığı hesaplar olduk… Ya hiç aklımıza gelmedi ya da hep görmezden geldik; Eninde sonunda birinin kaybedeceği bir oyundu satranç, bir ömür nasıl mutlu olabilirdik!?…
Şimdi tüm bildiklerimizi unutup, teslim olma zamanı… Köşe bucak saklandığımız AŞK kapımızı çaldığında açacak kadar cesur olmak dileğiyle…
AŞK ile…