Matta Neysen Hayatta da O’sun!
Dünya’dan dikkatini çekip, bakışları iç dünyana döndürdüğün, kendine zaman tanıdığında mutlaka birşeylerle karşılaştığın, bazen kabak gibi ortaya çıkan yönlerini, bazen de kabak tadı veren yönlerini keşfettiğin, yargılamadan bakmaya bir adım daha yaklaştığın, kalbini bir kuş tüyü yastık yapıp üstüne başını koyduğun, zor anlarda nasıl bir ruh haline büründüğünü çırılçıplak gördüğün, kendinden kaçtığın durumların çarşaf gibi önüne serildiği, “Matta neysen, hayatta da O olduğunu gördüğün”, empati yapmayı hatırladığın, zihni bir oyuncak gibi kullandığın, bilinmedik kapılar açan bir yaşam biçimi Yoga.
Spor demiyorum, spiritüel bir bakış açısı demiyorum, daha derin birşey diyorum ona, iyi duy beni; “Yaşam Biçimi”
Hayatımda kendimden en sıkıldığım, istediğim şekilde yaşayamadığım, ruhumun daraldığı, yeni bir dünya aradığım bir zamanda gittim girdim kapısından.
Sıcak Yoga’da neymiş? dedim bir gün instagram’da bir arkadaşımın paylaştığı fotoğrafı görünce, daha yoganın y’sini denememişim, hemen heyecanlandım küçük bir yavru köpek gibi, yeni şeylere karşı zaafım %100’dür, özellikle fiziksel aktivite olunca. Neymiş, 40 derecede yoga yapıyorlarmış, kafam almadı, en iyisi gidip denemek dedim, bir baktım hem süresi 75 dakika hem de deli gibi terleyip toksin atıyorsun, öyle bir toksin atmak ki; dersin sonlarına doğru matta zor duruyorsun 🙂 Acayip zorlandım, ama yiğitliğe bok sürdürmemek için çaktırmadım, çıkışta zor yürüyordum, bir de tabi o zamanlar sadece pole dance yapmaya çalışıyorum kendi çapımda 🙂 Neyse, en az 4 sene önceydi bu olay tabi, birkaç ay bu şekilde devam ettim, normal sıcaklıkta olan bir yoga dersini hiç denemeden, sonra da kulağı tersten tutup başladığımı farkederek elimi doğru kulağa geçirdim ve Hatha Yoga keşif sürecine böylece başlamış oldum.
Şimdi ben durup dururken yogaya nasıl başladığımdan niye bahsettim?
Çünkü yeniliğe açık olmak, olumsuz fikirlere çok kapılmamak, sabit fikirli olmamak, değişime dönüşüme kucak açmak bu hayattaki en önemli özelliklerden biri bence. Neden? Çünkü hayat kolaylaşıyor öyle olunca bu bir, bir de tabi şöyle bir gerçek var; bu hayattaki potansiyelimiz çok yüksek. Ama çocukluktan itibaren maalesef o kadar sınırlandırılarak büyütülüyoruz ki, potansiyelimize daha küçükken balta vuruluyor ve biz bunu bazen hayat boyu farketmiyoruz. Okulda kurallara uy, aile içinde kurallara uy, standart gözük, uçarı gözükme ve uçarı olma, ailenin beklentilerine boyun eğ, sorgusuz sualsiz onları mutlu etmeye çalış, gerekirse onların istediği mesleği seç, hatta onların istediği kişiyle evlen.
E yok artık, yahu benim kendime ait bir fikrim, bir varlığım, bir düşünce yapım, bir seçme özgürlüğüm yok mu? Ben bir birey değil miyim? Neden mesleğimi, kuracağım evlilik hayatını onlara göre şekillendiriyorum? Aileyi dinlemek, söylediklerini dikkate almak başka birşey, birebir amip gibi dediklerini harfiyen uygulamak başka birşey. Eğer amipsen zaten nefes almak dışında kendine ait bir hayatın yok 🙂 Neyse ve bu böyle gidiyor hep. Bazen etrafımızdakilerin yorumlarına o kadar takılıyoruz ki, yapmak istediğimiz şeyleri yapamıyoruz, buna herşey dahil, istediğin şekilde giyinmekten tut, istediğin mesleği yapmaya kadar, yani istediğin şekilde hayatını yaşamaya kadar. Ama bir defa farkettiğimizde içinde yaşadığımız kısırdöngünün sığlığını, o ateş böceği kadar küçücük ışık yanıp sönmeye başladığında, o zaman eğer az biraz cesaretimiz varsa o ışığın izini sürmek için; işte o zaman yavaş yavaş birşeyler değişmeye başlıyor. Kısacası eğer değişime açıksan devamı geliyor, evren senin inancına göre emin ol birşeyler gönderiyor, birtakım küçük sinyaller diyelim. Görmesini bilen gözler istiyoruz bu noktada, sürekli geçmişi ya da geleceği düşünmek yerine ayık olan, “an’da olabilen”….
Hayata dondurması elinden düşmüş şapşal bir çocuk gibi bakan bir yetişkin istemiyoruz.
Yürürken sürekli yere değil, gökyüzüne bakan birilerini istiyoruz. Kusurları bazen görmezden gelip, yerdeki kaldırım taşlarını saymak ya da milletin tipini süzmek yerine, gökyüzündeki bulutları hayvanlara benzetmece oyunu oynayan çocuk ruhlu birilerini istiyoruz. (Küçükken en sevdiğim oyundu annemle oynadığım. Her baktığımda ordan bana gülümsüyor şimdi 🙂 )
Neyse hop küçük sinyallere dönelim. Algımız sinyallere doğru yönlenince, düşüncelerimiz de kendimiz gibi önce emekliyor bir bebek gibi sonra çocuk, sonra yetişkin oluyor. Çünkü sinyalleri anlamlandırmaya başlıyoruz düşüncelerimizle. Kendimizi farkettiğimiz, kendimizi tanımaya başladığımız, bir yabancı gibi görmek yerine gel kardeşim konuşalım gerekiyorsa susalım dediğimiz, kendimize kucak açtığımız biri oluyoruz. Hatalarımızla, günahlarımızla sevdiğimiz biri oluyoruz.
Sevmeye önce kendinden başlamak lazım derler ya hep, geyik gelir hepimize. Aslında gerçekliği burda çıkıyor işte. Kendimizi sevmezsek, başkasını sevemiyoruz ki, kimi kandırıyoruz? Belki kendimizi, ama tabi o da bir yerde cortluyor.
İşte kendimizde küçük küçük kapılar aralamak istediğimizde, yeni bir kapıdan girmeye çekinme diye anlatıyorum sana bunları.
Hepimiz yeni birşeyler denemek istiyoruz bugünlerde özellikle biliyorum, görüyorum. Dünya karanlık, insanlar sevimsiz, haberler acımasız oluyor gittikçe, doğa katlediliyor birileri daha fazla para kazanacak diye, neye isyan etsen haklısın, ama biraz kolaylaştıralım hayatı gel diyorum sadece… Kimse kimseye sarılamıyor bugünlerde, sarılmayı bırak, elinden bile tutamıyor, bırak izin ver Yoga tutsun elini diyorum. Yeni birşeye; “Tamam gel bir tur atalım.” de.
Çevremde yogaya başlamak isteyen, denemek isteyen ama bu isteğinin devamını getirmeyen o kadar çok insan var ki, sohbetin devamı genelde şu tip bahanelerle sıralanıyor, bahane diyorum evet: “Ben hiç esnek değilim ki, yoga bana göre değil biliyorum (önyargının kralına bak sen!), yavaş yoga sevmiyorum, hızlı yoga sevmiyorum, çıkardığınız o sesler ve mantralar yani kısaca spiritüel tarafı bana hiç uymuyor, konsantre olamıyorum, belimde/boynumda/dizimde rahatsızlık var o hareketlerin hiçbirini yapamam…” Yahu sen bir bırak şu bahaneleri. Bir şekilde değiştirip dönüştürüp sana göre uygularız. Millet Mars’ta yaşamaya başlayacak nerdeyse, biz hala seni ve senin gibileri yoga’ya başlatmaya çalışıyoruz 🙂
Neyse, işin özüne dönelim ve yavaş yavaş sadede gelelim dostum.
Her yeni birşeye adım atmak istediğinde zihnindeki o kötü polis asla susmayacak biliyorsun değil mi? Tamam, bırak susmasın, ama ona yenik düşme istiyorum sadece. Dinle söylediklerini, kulağına küpe yap ama o küpe minicik olsun diyorum, kocaman olmasın ki her aynaya baktığında onu görme, dikkatini ona verme. Onun görevi o, mızmız bir çocuk gibi seni aşağı çekmek, potansiyelini unutturmak, herşeyin olumsuz tarafıyla seni burun buruna getirmek, kafana koyduğunu ordan çıkarıp atmak, senin için iyi olabilecek birşeyi mantıksızca senden uzaklaştırmak, kendi istediğini yaptırmak, kendini yiyip bitir istiyor bir kocakarı gibi. Neden bu kadar kötü birini içimizde yaşatıyoruz onu da bilmiyorum ama yine de iyi ki var, onunla savaşmak ve istediğini yapmayıp ona nanik yapmak bazen çok zevkli oluyor. Denemeni öneririm 🙂
Eğer demek istediğimi tam olarak anlatamadıysam da hemen bir örnekle pekiştirelim, mesela evden çalışan biri olduğunu farzedelim, bir gün önceden sabah erken kalkıp yoga yapmaya ya da herhangi bir kendine ait çalışma yapmaya karar vermişsin, illa yoga olmasına gerek yok (ama olursa tabiiki çok sevinirim içten içe), 15 dakikalık herhangi bir workout. Sadece 15 dakika diyorum bak. Alarm çaldı ve refleks olarak onu tek dokunuşla kapadın. Ah o an neler kaçırdın neler! Sabah uyanır uyanmaz, yüzünü yıkadıktan sonra hemen yapacağın kısacık bir çalışma, tüm gününü etkiliyor. Bir kere görünmez bir zırh giyiyorsun sanki üstüne, içerden süperman’sın ama bir tek sen biliyorsun, o his bile sana yetiyor 🙂 Bir de bu kendine dönük çalışmalarına devam edersen, yavaş yavaş ışıldamaya da başlıyorsun, yahu “sende bir güzellik var hayırdır?” deniyor.
Kendimi keşfediyorum, içimdeki kötü polisle nanik oyunu oynuyorum desen olmaz tabii, gülüp geçiyorsun ama o sorular insana güzel gaz veriyor 🙂
Bir de şaka bir yana; bedenini sabah rahatlattığında zihnin daha verimli çalışıyor, stresin azalıyor ve zaman yönetimin gelişiyor.
Konuyu birazcık genişlettim ve uzattım ama istemsiz oldu, yogadan yazmaya başlayınca duramadım 🙂 Peki bu corona sürecinde yoganın sana ne katkısı oldu ki bu kadar oturup sayfalarca anlatmışsın diyorsan, yoga olmasa bu süreci böylesine verimli geçiremezdim. Verimden kastım şu; her sabah erken kalkma alışkanlığı edindim. Yarım kalan yoga eğitimimi tamamladım ve bu eğitimi bitirdikten sonra üstüne 2 değerli eğitim daha aldım (corona olmasa zaman ayırmayabilirdim). Her gün yoga pratiği yapmak için çok zamanım oldu ve her akşam yastığıma, pratikten canı çıkmış, mışıl mışıl uyumaya giden bir Başak emanet ettim. Yaptığım meditasyonlarım, kendine dönük çalışmalarım bana böylesine zor bir süreçte nefes aldırdı, bundan önce nefesimin o kadar farkında değilmişim ki nefesimle bir daha tanıştım ve gerçek anlamda aydınlanma yaşadım hayata dair.
Hayatımda mihenk taşı olarak sayabileceğim ve aynı evi paylaştığım çekirdek ailemden birini kaybettim, çaresizliğin ve yalnızlığın ne olduğunu dibine kadar yaşadığım bir dönemde, yoganın bana kazandırdığı bu bakış açısı olmasa, hayata bu kadar kolay dönemezdim. Kabullenmek, olanı olduğu gibi kabul etmek, bugüne kadar yaşanılan anılara şükretmek ve teşekkür etmek.
Bu cümleler okunması kolay ama derinliğine yaşaması apayrı olan cümleler.
Sanırım bugünlük diyeceğimi dedim yoga için, ama olur da biraz an’da kalmak, kendine dönmek, hayatın olabildiğince farkında olma kısmını hikaye gibi okumak istersen tam yeri tam zamanı bir kitap öneriyorum; Berrak Yurdakul – Ev Yapımı Bir Paraşüt. Uzun süre başucumdan başka yere koyamadım, başıma taç ettim, okuyup okuyup hindi gibi düşündüm, çize çize ders kitabına döndürdüm kitabı, bana o kadar iyi geldi ki, tüm sevdiğim insanlara hediye ettim neredeyse 🙂 Bu yazıyı sonuna kadar okumayı başarabilen (malum biraz uzun oldu) her 5 kişiden biri bile alsa bu bana yeter, zaten ihtiyacı olana eminim bu yazı bir şekilde ulaşır ve birazdan bu yazıyı bitirip siparişini verir 🙂
Sen! Bu geçirdiğimiz zorlu süreçte her nerde olursan ol, ne yapıyorsan yap, sağlığın yerinde olduğu ve şükretmeyi bildiğin sürece aldığın her nefese; tüm kalbinle inan ki; ihtiyacın olan şey seni bir şekilde dönüp dolaşıp bulacak.
Ruhum ruhunuzu selamlıyor güzel insanlar.
Namaste!
Matta Neysen Hayatta da O’sun!